Yaşamak Mı Yoksa Ölmek Mi Dersin, Söyle Şekspir Ne Dersin?

Canım okur, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın, prömiyerini geçtiğimiz Nisan’da yapan ve uzun bir aradan sonra bu hafta İstanbul’a turneye gelen ‘‘Yaşamak mı, Yoksa Ölmek mi’’ oyununu köşemize misafir edelim diyorum.

Konu insanlığın bitmek bilmeyen savaşlarından birinde geçiyor. Her zaman olduğu gibi savaşı egemenler çıkartıyor, travmalarını insanlık yaşıyor. Sanatçılar da insanlığı iyileşmek için yollar arıyor. Oyunumuz İkinci Dünya Savaşı’nın başında işgal edilen Polonya’nın başkenti Varşova’da geçiyor. Varşova Halk Tiyatrosu oyuncuları yeni bir oyun için provadadırlar. Nazileri konu alan oyunları sansüre uğrayınca Shakespeare babaya sığınırlar ve Hamlet oynarlar. Zaman ilerler, 1 Eylül 1939’da Nazi işgali başlar.

Küçük bir tarihi not ile araya gireyim. 1945 yılına kadar sürecek olan Polonya işgalinde sadece Almanlar değil Sovyetler Birliği de vardır. Bu devletler Polonya kültürünü ve halkını yok etmeyi hedefleyerek, kendi ideal ırk kavramı ve yoldan çıkmış milliyetçilikleriyle yaklaşık 6 milyon Polonya vatandaşının ölümüne sebep oldular. Akıl almaz bu sayı Polonya nüfusunun beşte biri demek. Ölümlerin dayandırıldığı sebepler ise etnik, inanç, yaşam şeklidir ve büyük çoğunluğu sivil halktır.

Oyunda olaylar savaşın içinde ve Nazi işgalinde geçince trajediye biraz mizah, biraz aşk katarak hikâyeyi katlanabilir kılmış yazar. Tiyatro kumpanyasının merkezinden anlatılan bu işgal ve mücadele hikayesinde doğaldır ki tiyatrocuların yaşantısına çokça mizahi göndermeler var. Hatta yönetmen küçük dokunuşlarla, aksı bozmadan, kendi tiyatro maceralarını da aralara serpiştirmeyi ihmal etmemiş. Oyunun yazarı Nick Whitby, Türkçeye çeviren Yücel Erten.

Dramaturjik açıdan savaşın karikatürize edilmesi, savaşın yıkıcılığının hafifletilmesi yukarıda bahsettiğim vahşetin hissedilmesini engellemiş. Bu bir tercih elbette ancak metnin asıl yazılma sebebi, ana çatışması olan savaş, Nazi baskısını ve cinayetlerini oyundaki kar taneleri kadar bile hissetmemek bende bir şeyler eksik hissi yarattı. Ama dedim ya bu bir tercih ve rejideki tutarlılığa baktığımda oyunun sorunu değil.

Konuya tekrar dönersem ‘‘…Hamlet oyunu ile perde açan tiyatroda, genç bir havacı teğmen ile aktrist arasında flörtleşme başlar. Ardından Alman işgali gerçekleşir ve tiyatro kapanır. Havacı teğmen aracılığıyla bir Alman casusun Polonya’daki tüm direniş hareketini ele verecek listeyi Nazilere iletmek üzere Polonya’ ya geleceği bilgisine ulaşan oyuncular, bunu engellemek üzere harekete geçerler. Artık dekorları Gestapo karargâhına, kostümleri üniformaya, oyuncular da yurt sever direnişçilere dönüşmüşlerdir…’’ Oyun içinde oyunların kurulduğu, büyülü bir dünya için her türlü malzemenin olduğu zengin bir metin.

Bir tiyatro metni ne kadar tatmin edici olursa olsun tiyatronun asıl işi sahnedir. İşte bu nedenle yönetmenler çağında hünerin çoğunu onlardan beklemekte haklı sebeplerimiz var. Oyunumuzun yönetmeni İlham Yazar’ın kariyerine kısa bir göz atıp oyun için yaptıklarına bakalım istiyorum. 1968 doğumlu olan sanatçı, babasının tiyatro insanı olması sebebiyle çocuk yaşta tiyatro oyunlarında figürasyonlarda yer alır. İlk açılan konservatuvar sınavını kazanır ve 1985 yılında Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na başlar. Sonra Diyarbakır DT’de 6 yıl çalışır. Oyunculuk kariyeri devam ederken Ankara’ya gelir ve yönetmenlik denemeleri de böylece başlar. Deneyimlerini öğrencilere aktarmayı çok
önemseyen sanatçı, Devlet Tiyatrosu ve özel tiyatrolarda çok sayıda oyunda çalışır. 2016 tiyatro sezonunda, Seray Şahiner’in yazdığı, Nihal Yalçın’nın (bu oyunla En İyi Kadın Oyuncu Ödülü alan) oynadığı Antabus adlı oyunla Afife Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü alır.

Artık İlham Yazar’ın rejisine bakabiliriz. Tiyatro oyunlarında sahne tasarımı, ışık ve kostümler tiyatro seyircisini sahneye ilk andan itibaren bağlayan unsurlar. Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi oyununda kullanılan döner sahneyi bazı anlar için fazla bulsam da sahne geçişlerine, yeni dünyalar yaratmaya, sahne derinliğine, aynı anda iki mekânı doğru açılarla gösterme zenginliğine katkısı tartışılmaz. Teatral oyunculuk seçimleri yanında, oyuncuların gerçekten de hareketli olmasını sağlayan döner sahne, tablolar oluşturmada, iç dış mekân ayrımı yapmada, aksiyonu hızlandırmada ya da yavaş çekim anlarına dönmede oldukça etkin kullanılmış. Bu sayede oyun hiç kesintiye uğramadan, sinema filmlerini aratmayan ustalıkla bir sahneden diğerine geçmeyi sağlıyor. Tabi burada akışın hiç aksamaması şartı var.

Oyunun süresi bir eleştiri notu olmalı mı? Malum çağımız hızdan delirme çağı. Eğer oyunun temposu düşüyorsa, tekrara çok giriyorsa, anlam kopmalarına neden oluyorsa oyunun süresine takılalım. İki saati aşan bu oyunda yönetmenin makasını metne kıyamadığı için kullanmadığını, hatta içine güncellikler yerleştirdiğini not etmeliyim. Oyun iki perde. Sarkan, tekrara düşen birkaç sahne dışında başından sonuna seyir keyfi hiç bitmeyen bir tiyatro oyunu seyrettiğimi rahatlıkla söyleyebilirim.

Oyuncuların doğru zamanlamaları, seyirci reaksiyonlarını güzel yakalamaları ve düşmeyen tempoları ile savaşın trajedisini fazlaca unutturan, çok yerde gülümsetip, bazen kahkahaların yükseldiği salonda oyun seyretmek epey keyifliydi. Faşist Nazi zulmü pornografiye kaçmadan gösteriliyor, çokça kuru sıkı tabanca patlıyor, abartılı oyunculuk seçimleri ile karikatürize edilen askerlerle buz gibi gerçeklerden sıkça uzaklaşıyoruz ama neyse ki tamamen kopmuyoruz.

Kumpanya içindeki ilişkiler, kulis halleri, kaçamaklar, oyun içinde oyunlar, başka tiyatro metinlerine göndermelerle oldukça zengin bir malzemesi var oyunun. Sırtını Shakespeare’in Hamlet oyununa dayamış metin, adını da oyunun en tanıdık tiradından alıyor. Ve o tirat sırasında kuliste olanlar oluyor. Seyirci koltuklarından oyuna dahil olunan anlar, Heil Hitler çığırtkanlıkları, aktris Maria Tura’nın alımlı güzelliği, aktör kocası Josef Tura’nın var olma krizleri, kumpanya içindeki dayanışmalar ve aşklar, sokaklardaki cinayetler, Nazi üssündeki gerilim, oyunun sonunda zirveye ulaşan parti sahnesi…

Varşova’nın soğuğunu oyuncuların üstüne yağan karla, çıtır çıtır odunların yandığı dökme sobasıyla bize hissettirten atmosferde incecik kostümüyle Maria Tura adına üşümedim desem yalan olur. Genç ve kıdemli oyuncuların yan yana olduğu bu işleri seyretmek başka bir açıdan da heyecan verici. Genç oyuncular için büyük bir okula dönenen bu sahnelerde onların yolculuklarına eşlik etmek çok değerli. Ansambl olarak da tek tek oyunculuklar olarak da oynadıkça daha da organikleşecek, bütünlüklü bir iş için emeği geçen herkesi alkışlıyorum.

Kocaeli ŞT Genel Sanat Yönetmeni Aydın Sigalı (sahnede Josef Tura rolünde karşınızda), Prof. Mehmet Birkiye’nin yönettiği Vişne Bahçesi oyunu ile 2022 yılında Afife Tiyatro Ödülleri’nden, Yılın En Başarılı Oyunu Ödülü’nü (dekor tasarımı ve hareket düzeni ödüllerinin de sahibi olan oyun) aldıklarından bu yana, büyük prodüksiyonlar için ekipleriyle birlikte çok çalışıyor. Kocaelili tiyatro severler oldukça şanslılar. Merak etmeyin ekibin tekrar İstanbul turneleri olacak. Ayrıca Kocaeli de çok uzak sayılmaz.

Bu arada kesişen repertuvarlar dolayısıyla aynı oyun, farklı reji ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları kadrosuyla da prömiyer yaptı. Henüz seyretmedim o nedenle yorumlarımın tümü Kocaeli ŞT oyunu olan Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi üzerine. Herkese iyi pazarlar.

Oyuncu kadrosunun adlarını da not etmek isterim; Aydın Sigalı, Funda İlhan, Çağrı Mengüç, Serhat Güzel, Zeynep Dilara Saydam, Levent Muratoğlu, Güliz Gençoğlu, Ozan Şahin, Duygu Mine Özcan, Onursal Yıldırım, Cemal Aldıç, Volkan Dinç, Ferdi Yıldız, Su Özdemir, Sevcan Kuş Efe, Umut İsfen, Çağla Buldak Akarsu, Ahmet Buğra Karakoyun, İbrahim Aydın,Işık Öztorun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir